İçeriğe geç

Gökdelen filminin konusu nedir ?

Gökdelen Filminin Konusu Nedir? Ekonomik Perspektiften Bir Analiz

Bir ekonomist için her hikâye, aslında kaynakların kıtlığı ve seçimlerin sonuçları üzerine kuruludur. Bir bina inşa etmek, bir toplumu inşa etmeye benzer; hangi taş nereye konulacak, kim hangi kata çıkabilecek, hangi ışık kime ulaşacak? “Gökdelen” (High-Rise, 2015) filmi tam da bu soruların sinematografik bir yansımasıdır. Ekonomik bir gözle bakıldığında film, sadece bir distopya değil, aynı zamanda gelir dağılımı, sınıf çatışması ve piyasa dengesizliği üzerine kurulmuş bir mikro-ekonomi laboratuvarıdır.

Kaynakların Sınırlılığı ve Rekabetin Anatomisi

“Gökdelen”, 1970’lerin Londra’sında, toplumun minyatür bir modeli olan devasa bir apartman kompleksinde geçer. Bu bina, farklı sosyoekonomik katmanları fiziksel olarak ayırır: zenginler üst katlarda yaşarken, alt katlar orta sınıfa ve işçilere aittir. Ekonomik açıdan bu yapı, klasik gelir piramidinin somut bir hali gibidir.

Filmdeki kaynak kıtlığı –örneğin elektriğin sık kesilmesi, suyun yetersizliği ya da marketin boş rafları– piyasada “arz şokları”nı temsil eder. Üst kat sakinleri, bu krizlere karşı dayanıklı olduklarını zannederler; ancak kaynaklar tükendikçe, bireylerin rasyonel tercih kabiliyeti azalır. Bu durum, ekonomide “rasyonel beklentiler” teorisinin çöküşüne benzer: insan davranışları artık mantıksal değil, içgüdüsel hale gelir.

Tüketim Toplumu ve Göstergeler Ekonomisi

Gökdelen’in sakinleri, dış dünyadan izole bir yaşam sürer. Marketleri, yüzme havuzları, spor salonları ve partileriyle kendi mikro-ekonomilerini oluşturmuşlardır. Bu, Keynesyen anlamda bir “kapalı ekonomi”dir; dış ticaret yoktur, üretim sınırlıdır, tüketim ise statüyle doğru orantılı olarak artar.

Üst katlarda yaşayanlar için tüketim bir ihtiyaç değil, bir gösterge değeridir. Fransız ekonomist ve sosyolog Jean Baudrillard’ın “tüketim toplumu” teorisine göre, insanlar artık ürünleri işlevi için değil, kimlik göstergesi olarak satın alırlar. Filmdeki karakterler de bu döngüye hapsolur. Üst katlarda verilen abartılı partiler, aslında birer “fiyat sinyali” gibidir: kim daha fazla harcayabiliyorsa, sosyal hiyerarşide o kadar yüksektedir.

Ancak zamanla bu sinyaller bozulur. Arz-talep dengesi kırılır, meta bolluğu içinde anlam kıtlığı başlar. Bireylerin ekonomik davranışları irrasyonelleşir; tüketim doyuma değil, kaosa yol açar.

Piyasa Çöküşü ve Sosyal Sermayenin Erozyonu

Ekonomi sadece para akışı değil, aynı zamanda güven, koordinasyon ve sosyal sermaye üzerine kuruludur. Filmdeki gökdelen toplumu, bu üç temel unsuru kaybettikçe çöküş kaçınılmaz hale gelir.

Elektrik kesintileri birer metafordur: piyasa mekanizmasının “bilgi akışı” kesilmiştir. Üst katlardaki zenginler, sorunların “aşağıda” yaşandığını düşünerek izolasyonlarını sürdürür. Bu durum, neoliberal piyasa sistemlerinde sıkça gözlenen gelir eşitsizliği körlüğünü yansıtır.

Aşağı katlardaki insanlar ise kendi kendine yetmeye çalışır, ancak kaynaklar azaldıkça kolektif dayanışma da azalır. Bir noktadan sonra herkesin kendi çıkarını korumaya çalıştığı Hobbesçu bir ekonomi doğar. “Homo economicus” artık yalnızca kâr maksimizasyonu değil, hayatta kalma mücadelesi verir.

Sonuçta gökdelen, adeta bir “piyasa çöküşü simülasyonu”na dönüşür. Fiyat mekanizması işlemez, kaynak dağılımı adaletsizdir ve hiçbir düzenleyici kurum yoktur. Bu ortam, bir ekonomide devletin rolünün yok sayılmasının doğurabileceği kaosu temsil eder.

Bireysel Kararlar ve Toplumsal Refah İlişkisi

Filmdeki karakterler –özellikle Dr. Robert Laing– bireysel çıkarlarını maksimize etmeye çalışırken kolektif refahı hiçe sayarlar. Bu, ekonomideki “mahkumlar açmazı”na benzer: herkesin kendi faydasını koruduğu durumda, toplumun genel çıkarı zarar görür.

Gökdelen’in dramatik finali, aslında Adam Smith’in “görünmez el” teorisinin sınırlarını gösterir. Eğer görünmez el, etik değerlerle desteklenmezse, piyasa kendini değil, toplumun bütününü yok eder. Refahın sadece gelirle değil, adalet ve güven ile ölçülmesi gerektiğini film çarpıcı biçimde hatırlatır.

Geleceğe Bakış: Yeni Gökdelenler Çağı

Bugün dünyada “akıllı şehirler” ve “dikey yaşam alanları” kavramı yükseliyor. Bu yapılar, teknolojik olarak gelişmiş olsa da Gökdelen filmindeki soruları yeniden gündeme getiriyor:

Kim yukarıda yaşayacak? Kaynaklara kim erişecek? Refahın maliyeti kim tarafından ödenecek?

Bir ekonomist için bu sorular, sadece mimari değil, politik ekonomi sorularıdır. Eğer gelir eşitsizliği, sosyal sermaye eksikliği ve sürdürülemez tüketim kültürü devam ederse, geleceğin şehirleri bugünün gökdelenlerinden çok farklı olmayabilir.

Sonuç: Gökdelen Bir Film Değil, Ekonomik Alegori

“Gökdelen”, sinemadan öte, piyasa ekonomisinin karanlık bir metaforudur. Film, büyümenin kontrolsüz kaldığında nasıl bir toplumsal çöküşe yol açabileceğini gösterir. Her bireyin seçimi, aslında bir kaynak tahsisidir; ve bu tahsisler yanlış yapıldığında, ekonomik sistem değil, insanın kendisi çöker.

Bu nedenle “Gökdelen”, bir binanın değil, bir toplumun kendi üstüne çöküş hikâyesidir. Ekonomik anlamda film, refahın sürdürülebilirliği, gelir dağılımı ve piyasa ahlakı üzerine derin bir düşünme davetidir.

SEO Etiketleri: Gökdelen filmi konusu, High-Rise ekonomi analizi, sınıf eşitsizliği, piyasa çöküşü, tüketim toplumu, ekonomik distopya, refah ekonomisi, film analizleri

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
https://grandopera.bet/ilbetgir.netbetexper girişbetexper yeni girişsplash